Psikoloji
Hiçbir Şey Yapmak İstemiyorsanız Siz de Bir Oblomov Olabilirsiniz
Bir varoluş trajedisi olan Oblomovluk, bilinçli bir tembellik/atalet halidir. Bir uyuşukluk değil, aksine fazla uyanıklık, her şeyin farkında olma, bir adım ötesini görme halidir. Ancak tüm bu farkındalık dolayısıyla sonunu gördüğü yolda ilerlemek istememenin getirdiği bir tükenmişlik ve kendini gerçekleştirememedir. Sosyal yaşamdan kopuş, topluma uyum sağlayamama, bilinçli bir vazgeçiştir. Ölüme eş bir uyuşukluk hali; bir başka deyişle yaşarken ölmektir.

– Oblomovlar dünyada olup biten her şeye karşı ilgisizdirler tam bir atalet miskinlik hareketsizlik içindedirler.
– Duyumsuzluklarının nedeni kısmen nesnel konumlarından kısmen de ahlaki gelişimlerinden kaynaklanır.
– Oblomovlar bir şey yapmaya alışmamışlardır dolayısıyla neyi yapıp neyi yapmayacaklarını tam olarak belirleyemezler bu nedenle de bir şeyi ciddi bir biçimde var kuvvetiyle istemezler.
– İstekleri hep biçimseldir ve istek olarak kalır; Şöyle güzel bir şey olsa da ne güzel olurdu der ama o şey nasıl öyle olur bilmezler.
– Hayal kurmayı çok severler ve hayallerinin gerçekle yüz yüze gelmesinden de ölesiye korkarlar.
– Bütün Oblomovlar başkalarının aklını kendilerine mal etme konusunda üstlerine yoktur hemen hemen hepsi kendilerini aşağılamaktan hoşlanırlar ama bunu karşısındaki kişiden övgüler almak için yaparlar.
– Bütün bu insanlarda ortak olan bir başka özellikte şu onlar için her şeyin yüzeysel ve dışsal olmasıdır kişiliklerinin derinliklerinde kök salmış hiçbir şey yoktur.
– Yaptıkları hiçbir şey içlerinden gelerek değildir.Ne yapıyorlarsa dışsal zorunlulukların dayatmasıyla olur.
Örnek verelim, diyelim ki bir memura sen işe gidip gelmeyeceksin ama maaşını alacak ve de terfi etmeye devam edeceksin dense hemen büyük bir sevinçle işlerini bırakacaktır. Eğer bu kişi profesörse ders vermeyi öğrenci ise öğrenmeyi yazarsa yazmamayı bırakacak kalemini kırıp atacaktır.
Hatta Oblomovluğun en üst mertebesinde olanlar vardır ki bunlar insanın kendi isteğiyle çalışabileceğini hem de zevkle coşkuyla çalışabileceğini anlayamama çizgisinde olanlardır.
– Oblomovlar hayatta her şeyden şikayet ederler onlardan yabancı olmayan tek şey tam bir hareketsizlik hayata karşı duyumsamazlık kayıtsızlık miskinliktir.
– Onlara şunu sorun;pekala siz toplumsal hayatta şunları şunları beğenmiyormusunuz bunları böyle olmaması için ne yapmalı? Emin olun karşılık vermeyeceklerdir. Çünkü yapılması gerektiğini dair en küçük bir fikirleri bile yoktur.
Bu kez siz onlara ne yapılması gerektiğini dair çok basit bir yol gösterin, yanıtları hazırdır; iyi ama böyle birden bire olur mu ?
Bu böyle gelmiş böyle gider, yok kardeşim bu toplumda hiçbir şey düzelmez diyeceklerdir. Kesinlikle bu cevabı vereceklerdir. Çünkü Oblomovların verecekleri başka yanıtları yoktur.
-Tekrar sorun; Sizce ne yapmalı? Siz ne yapmak istiyorsunuz? Bu sorunuza “Ne mi yapacağız elbette kaderimize boyun eğeceğiz. Başka ne yapabiliriz ki… Evet çok haklısın bende çok iyi biliyorum ama sende kabul edersin ki vs vs..”
Onlardan hiç bir şey beklemeyin Oblomovluğun silinmez izleri vardır hepsinin üstünde….
Ivan Goncharov
Elif Şahin Hamidi
İyi Hisset
Sarılmak Ruh Sağlığına İyi Geliyor

Sarılmanın ruhen bizlere iyi geldiğini tahmin edebiliyorduk ama bilimsel araştırmalar da bu yönde yoğunlaşınca sarılmanın faydalarından iyiden iyiye emin olduk.

Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Üney, “Yalnızlığın, bireyselliğin ön planda olduğu günümüzde neden mutlu değiliz ve neyi eksik yapıyoruzu açıklamak gerekliliği doğmuştur. Bilim, bu duyguları sağlayan hormon olarak oksitosin’i işaret etmiştir. Bu hormon esasen beyinde üretilen bir hormondur. En çok üremeyle ilişkilidir. Doğum ve doğum sonrasında yüksek miktarda salınır. Ancak diğer dönemlerde de kadın ve erkekte beyinden salgılanmaktadır. Doğumdan sonra annelik davranışını sağlayan bir hormondur. Diğer zamanlarda ise güven, eşler arasında bağlılık, aşk, sosyalleşme, karşı tarafı anlama ve endişelerin yatışmasını sağlamaktadır. Eksikliğinde kendini beğenme, güvensizlik, toplumdan uzaklaşma, psikolojik rahatsızlıklar, yalan eğilimi artmaktadır. Günlük hayatta Oksitosin salgılanmasını artıran en kolay yöntem sarılmaktır. Yorgunluk, yoğunluk, günlük stresler, yalnızlık, güvensizlik, kavgalar, çatışmalar, birbirine zaman ayırmama, ekonomik sorunlar gibi nedenlerle sarılmayı unutmuşuz gibi görünüyor” diye konuştu.
Sarılırsak, kucaklaşırsak ve birbirimize dokunursak Oksitosin hormonu salgılanır. Bu denli kolay bir yöntemle Oksitosin bize 20 ilginç fayda sağlar:
1 En kolay mutluluk sağlama yoludur.
2 Güvende hissederiz.
3 Hayatla daha kolay baş ederiz.
4 Endişelerimiz azalır. Karşımızdakinin endişelerini yatıştırırız.
5 İletişimimiz daha iyi olur, karşımızdakini anlamak ya da anlaşılmamız kolaylaşır.
6 Güven veririz. Arkadaşımızın, eşimizin, çocuğumuzun kendisini daha güvende hissetmesini sağlarız. Onların kendine güvenlerini artırırız.
7 Daha sosyal oluruz. Toplum içinde kendimizi daha rahat hissederiz.
8 Daha az gergin oluruz. Stresle daha rahat baş ederiz.
9 Yakınlarımızı karşı daha koruyucu oluruz.
10 Daha şefkatli oluruz.
11 Rahat uyuruz ve daha iyi hislerle uyanırız. Yeni güne daha hazır başlarız.
12 Rahat hissederiz.
13 Arkadaşımıza eşimize çocuğumuza bağlılığımız artar. Sadakati artırır.
14- İlişkilerimizi daha samimi ve yalandan uzak yaşamamızı sağlar.
15 Annenin doğum sonu depresyonunu engeller, lohusalık dönemini rahat geçirmesini sağlar. Süt gelişini kolaylaştırır. Hamileliğin daha rahat geçmesini sağlar.
16 Eşimizle yaşadığımız cinsellik daha kaliteli olur. Eşimizi daha çekici bulmamızı sağlar.
17 İlişkilerimizde bizi kavga, çatışma ve tartışmalardan korur.
18 Belki de çağımızın en büyük sorunu depresyona karşı koruyucudur.
19 En basit, en kalıcı ve en kolay şekilde günlük yaşam stresleriyle baş etmemizi sağlar. Uzun, yorucu psikolojik/psikiyatrik tedavi sürelerini kısaltır.
20 Aşık olmanızı, aşkı korumanızı sağlar. Aşk acısını hafifletir.
Kaynak: Akşam
Mindfulness
Bilgili Kişilerin Daha Geri Planda Kalma Durumu: Dunning Kruger Etkisi
Cornell üniversitesi öğretim üyeleri olan Justin Kruger ve David Dunning, Kruger-Dunning fenomeni olarak adlandırılan ve psikoloji alanında 2000 yılında IG-Nobel ödülü kazanmalarını sağlayan araştırmalarının ilk bölümünü “Journal of Personality and Social Psychology” dergisinde Aralık-1999 tarihinde yayınlamışlardı. Çalışmalarının hipotezi ve saptamaları kısaca şu şekildeydi;
· Niteliksiz insanlar kendi yetenek düzeylerini olduğundan yüksek görme eğilimindedirler,
· Niteliksiz insanlar diğer insanların niteliklerini tanıma ve görme yetisinden yoksundurlar,
· Niteliksiz insanlar kendi yetersizliklerini tanıma ve görme yetisinden yoksundurlar.
Özetle cahil insanlar kendi cehaletlerinin farkına varamazlar ve etraflarındaki bilgili ve kültürlü insanların donanımlarının boyutlarını göremezler. Sonuçlar Bertrand Russell’ın “Kim kendini kesinlikle doğru sanıyorsa aptaldır ”sözünü doğrular nitelikte.

Aynı araştırmacılar konuyla ilgili çalışmalarını sürdürmüşler ve bu konuda yapılmış çalışmaların tümünün sonuçlarını “Organizational Behavior and Human Decision Processes- 105 (2008) 98-121” dergisinde yayınlamışlar. Son çalışmanın sonuç bölümünde Kruger-Dunning fenomeninin esas nedeni olarak cahil ve niteliksiz insanların geri besleme yapamamaları, yani yaşadıklarından ve kendilerine söylenenlerden ders alamamaları gösteriliyor. Problemin çözümü de geri beslemeyi öğrenmek ve öğretmek olarak vurgulanıyor.
Okullarda geri besleme eğitimi ile öğrencilerin zamanla ne yaptıklarını ve yapamadıklarını görme, kendilerini daha iyi algılayıp analiz etme yetisine kavuşabilecekleri söyleniyor. Yani Kruger-Dunning fenomeninin tedavisi eğitim. Her ne kadar “tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır” sözü çok zaman kendini kanıtlamışsa da, şu halde tahsil sadece kişinin kendi iç görüsünü geliştirebilse görevini tamamlamış sayılabilir. Eğitimciler içgörüyü kazandıracak bir eğitim programını detaylandırmalı ve uygulamalıdırlar.
Bu konuda yapılan çalışmaların sonuçları aslında daha önce peygamberler, bilim adamları, filozoflar, din adamları ve âlimler tarafından söylenmiş pek çok güzel sözün, atasözlerimizin ve tarihe geçen olayların altını çizer nitelikte. Şems-i Tebrizi ile Mevlana’nın Konya’da ilk kez karşılaşmalarının hikâyesi konumuza güzel bir örnek. Bu iki büyük âlim ilk kez Konya’da bir sokakta karşılaştıklarında Şems-i Tebrizi Mevlana’ya şunu sorar;
–Büyük âlim Bistamlı Bayezid mi büyüktür, yoksa Hz. Muhammed mi?Mevlana:-Bu nasıl sualdir? Kuşkusuz Hz. Muhammed yaratılmışların en büyüğüdür, burada Bayezid’in lafı mı olur? Diye kızar.
Şems-i Tebrizi ise itirazını şöyle ortaya koyar;-öyle diyorsun ama Peygamber bu büyüklüğü ile ey Allahım biz seni tam anlamıyla bilemedik derken, Bistamlı Bayezid kendimi tenzih ederim, ben bilinmesi gerekenleri tıpkı gerektiği gibi bildim, ben sultanların sultanıyım diyor.
Mevlana’nın cevabı ise şöyledir;-Bazı insanların gönül dağarcığı küçüktür, bir testi suyla dolar, bazılarınınki ise sonsuzdur, okyanuslar bile susuzluğunu gideremez. Bayezid susuzluğunu bir yudum suyla giderip, övünerek suya kandığından dem vurdu. Hz. Muhammed ise her gün daha çok gördü, daha çok anladı, daha çok bildi ama gördükçe görecekleri artıyor, bildikçe bilmedikleri çoğalıyor, anladıkça anlamadıkları büyüyordu. Bu sebeple biz seni layıkıyla bilemedik diye buyurmuştur.
Böylece bu iki dost birbirini bulmuştur, hatta Konya’da bu konuşmayı yaptıkları yer Merec-el Bahreyn, yani iki denizin buluştuğu yer olarak adlandırılmıştır.

Kendini bilmek tüm dinlerde ve filozofilerde önemli bir merhale ve erdemdir. Belki de bu yüzden Kuran-ı Kerim’in ilk emri “Oku” dur. Hz. Muhammed “Kendin bilen, Allah’ını bilir” diyor. Kendini bilemeyen etrafı da bilemeyecektir. Bu bilgisizlik bakış açısının darlığı, çevreyi anlama kapasitesinden yoksunluk, olayları farklı açılardan görememe, kısaca; cehaletle sonuçlanacaktır.
Yaşamdan ders alma kabiliyetini kazanmamış olan cahiller, cehaletlerinin farkında bile olmayarak, kendilerini çok bilen saymaya devam edeceklerdir. Kurallara uymamayı cesaret sayan cehalet günden güne topluma yayılacaktır. Üstelik bu durumlarda cehalete eşlik eden davranış özellikleri; densizlik, haddini bilmezlik ve kabalık ta artacaktır. Cahil olan her şeyi, her şekilde yapmayı kendinde hak görür, kendini olduğundan büyük, başkalarını küçük sanmaktadır. Cahiller çok kıymetli erdemler olan tevazu, hoşgörü ve sabır gösteren insanları sümsük ve yetersiz olarak damgalarlar. Bu kendini bilmezlerin sayısı eğitimsizlik ve cehaletin artışıyla orantılı artar.
Köklü ve gelenekleri olan toplumlarda cehalet ve cehaleti gösteren davranış biçimlerini saklı tutmak bir edep belirtisi kabul edilir. Zaman içinde cehaleti sergileyen davranış sahiplerinin toplumda yükselmesi, toplumun bütün cahillerine egolarındaki kabalığı gösterme hakkını ve cesaretini verir. Kendi gibi olanın yükselmesini, bir gün kendisinin de yükselme umuduyla eşleyen kitleler, olaylara kendisi gibi bakan ve çok iyi anladıkları insanları seçip desteklerler. Erdemli, kibar, eğitimli ve kültürlü insanlar için hayat giderek zor ve çekilmez hale gelirken, toplumun kültüründen ve inançlarından gelen yüce erdemler yıkılıp, kaybolup gider. Üstelik bu kayboluşu algılayabilenler de ancak belli bir bilgi birikimine sahip olanlardır. Cahiller olan biteni de algılayamadıkları gibi, toplumsal ve inanç değerlerinin korunduğu ve savunulduğu yanılgısını yaşamayı sürdürürler.
İster “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” diyen Kuran-ı Kerimi, ister “Ben ölüleri dirilttim, fakat cahilleri diriltemedim” diyen Hz. İsa’yı, ister “Cahiller ilim sahiplerine düşman kesilirler” diyen Hz. Ali’yi, ister “Tevazu ile konuşmayan kişi zamanla bununla ilgili bütün kelimeleri de tamamıyla unutur” diyen Konfüçyüs’ü, ister “Cehalet bilginin verdiğinden çok daha fazla kendine güven verir” diyen Darwin’i, ister “Nedensellik, etkileşim, koşullar ve ayırt edici algılama…Dört büyük element bunlardır” diyen Buddha’yı, ister “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” veya “Çok bilen, çok yanılır” diyen atasözlerimizi, isterseniz de bunların tümünü referans alın, aklın yolu birdir ve akıl ile cehalet genellikle aynı yerde bulunmaz.
Kaynak: http://serramenekay.blogspot.com/2015/12/cehalet-uzerine-kruger-dunning-fenomeni.html
Psikoloji
Depresyonda Mısınız Yoksa Tükenmişlik Sendromu Mu Yaşıyorsunuz?
“Tükenmişlik” kitlesel bir fenomen haline geldi. Son zamanlarda stresli kariyeristlerden ünlülere, aşırı çalışan işçilerden ev hanımlarına kadar hemen herkes tükenmişlik sendromu yaşadığını söylüyor. Gerçekte yaşadığınız şey nedir? Depresyonda mısınız yoksa tükenmişlik sendromu mu yaşıyorsunuz?

1970’LERDE ADI KONULDU
“Yoğun bir tempoda çalışanlar, kendilerini çok yaşamadan sadece işi ya da başkaları için yaşayanlar bir süre sonra bezgin, bıkkın, mecalsiz bir duruma düşebiliyor. Tükenmişlik terimi 1970’lerde Amerikalı psikolog Herbert Freudenberger tarafından ortaya atıldı. Freudenberger bu terimi; şiddetli stresin “enerjisizlik, başarısız olma, yıpranma” gibi sonuçlarıyla tanımlamıştır. Örneğin başkaları için kendilerini feda eden doktorlar ve hemşireler sıklıkla “tükenmiş”, bitkin, yorgun oluyorlar ve bununla başa çıkamıyorlar. Günümüzde bu terim sadece bu meslekler için veya kendi kendini feda etmenin karanlık tarafını vurgulamak için kullanılmıyor. Neredeyse herkes tükenmişlik sendromu yaşadığını söylüyor.
Amerikan Psikoloji Derneği’ne (APA) göre, kişilerin uzun bir zaman boyunca bitkinlik hissetmesi, enerjisinin düşük olmasından yakınması, çevrede olup bitenlere karşı ilgisinin azalması; hiç bir işe başlayamaması ya da başladığında bitirememesi şeklinde bir performans düşüklüğü olarak kendini belli ediyor.
TÜKENMİŞLİK SENDROMU TIBBİ BİR DURUM MUDUR?
Stresli bir yaşam tarzı, insanları aşırı baskı altına sokabilir. İnsanlar bitkin hissedebilir, sürekli gerginlik içerisinde olduklarını hissedebilir, yorulabilir ve bunun üstesinden gelemeyebilirler. Uzun süre boyunca hayata karşı kendisini yorgun hisseden, sürekli erteleyen ve enerjisi bitmiş gibi hissedenler; sürekli bir mutsuzluk ya da yaşama karşı tatsızlık hissedenler için elbette ki ciddiye alınması gereken bir durumdur.
TÜKENMİŞLİK SENDROMUNA NELER SEBEP OLUR?
Sürekli bir başarılı olma çabası içerisinde yoğun çalışma temposu, uzun süren bir rekabet ortamı içerisinde baskı altında hissetme, devam eden bir stres yükü, kendini ailesinden ve çevresindeki yakınlardan sorumlu hissederek yaşama, insanların kendi ihtiyaçlarını ihmal etmesine neden olan aşırı yükümlülük, özel hayatına vakit ayırmama, belirli bir yaştan sonra yalnızlık gibi birçok neden vardır.
Tükenmişlik, uzun süreli strese karşı gelişen bir tepki olup bir hastalık olarak tanımlanması doğru değildir. Bununla beraber birçok sorunun belirtisi olabilir, depresyon gibi birçok rahatsızlıkla iç içe geçmiş olabilir.
TÜKENMİŞLİK SENDROMUNUN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Tükenmişliğin çok çeşitli semptomları olduğu düşünülmektedir. Bunlardan hangisinin tükenmişlik ve hangilerinin olmadığı konusunda genel bir mutabakat olmamasına rağmen en çok kabul gören görüş Christina Maslach’a aittir. Kendi adıyla anılan bir tükenmişlik ölçeği de geliştirmiştir.
Maslach’a göre yoğun tempoda çalışanlar, uzun süreli iş ilişkileri ile yaşamını belirleyenlerde, duyarsızlaşma, başarısızlık hissi ve duygusal tükenme olarak ortaya çıkar.
İnsanlar bir sabah kalktıklarında kendilerini birden bire tükenmiş hissetmez, bu uzun bir birikimin sonucudur. Uzun bir zaman sinyallerini verir, bu açıdan belirtiler hissedildiğinde tedbir alınmalı ve ağır bir soruna dönüşmeden çözüme odaklanılmalıdır.
Tükenmişlik teşhisinde kriter olan belirtileri üç ana başlıkta toplamak mümkün:
Fiziksel belirtiler: Dermansızlık, sürekli devam eden bir halsizlik hali söz konusudur. Yorgun uyanmak, anlamsız bir bitkinlik, uyuşukluk halleri hissedilebilir. Uykusuzluk, baş ağrıları, kaslarda rahatsızlık hissi kendini gösterebilir.
Psikolojik Belirtiler: Tükenmişlik sendromu yaşayan insanlar, sürekli bir gerginlik halini yaşarlar. Somut bir sebep bulamasalar da belli belirsiz bir gerilim hissinden şikayet ederler. Rahat değillerdir, bir huzursuzluk ya da sanki bir şeyler eksik duygusu, özgüvende azalma hissederler. Motivasyon düşüktür, tatminsizlik, kaygılar ve kendini soyutlanmış hissetme şeklinde duygular yaşayabilirler. İşlerini giderek daha stresli ve sinir bozucu bulurlar. Aynı zamanda, giderek kendilerini duygusal olarak iş yerinden uzaklaştırabilir ve çalışmalarıyla ilgili hissizleşmeye başlarlar.
Davranışsal Belirtiler: Sürekli bir erteleme davranışı hakimdir. Normalde bir saatte bitireceği bir işi günlerce, haftalarca erteleyebilirler. İşe gitmek yerine, görevlerini yapmak yerine başka şeylerle zaman geçirirler. Tepkisel, sinirli ya da alınganlık artmıştır. Çalışma koşulları ve meslektaşları hakkında lakayt olmaya başlayabilirler. Tükenmiş olan insanlar işlerine ve görevlerine karşı hoşnutsuzdur, zor konsantre olurlar, dinleyemezler, şikayet etseler de zamanın boş geçmesinin farkındadırlar ve bu durumlar öz bakımlarına da olumsuz yansıyabilir.
TÜKENMİŞLİK SENDROMU İLE DEPRESYON ARASINDAKİ FARK NEDİR?
Tükenmişlik için tipik olarak kabul edilen belirli semptomlar depresyonda da görülür. Bunlar arasında: Aşırı tükenme, keyifsizlik, hüzünlü hissetmek ve performans düşüşü vardır. Tükenmişlik sendromunun belirtileri, depresyonda da görülmektedir. Fakat kişisel ihtiyaçlarını uzun süre ihmal ederek yoğun çalışma temposuna uzun süre devam eden bir insana uzun bir tatil yapması veya işten ayrılması önerilebilir. Yalnızca işten dolayı tükenmişlik sendromu yaşayanlar bu tavsiyeye uyarlarsa kendilerini toparlayabilirler. Ancak depresyonu olan kişiler bunu yaparsa, durumlarını daha da kötüleştirebilirler. Çünkü ihtiyaç duydukları yardım ciddi bir psikoterapi veya psikiyatrik müdahale gibi çok farklı tedavi şekilleri olabilir.
Yine de tükenmişlik sendromunun bazı özellikleri çok özgüldür. Örneğin, tükenmişlik sendromunda sorunlar iş kaynaklıdır. Depresyonda, olumsuz düşünceler ve duygular yalnızca çalışma ortamından değil, yaşamın her alanıyla ilgili olabilir, travma temelli olabilir.
TÜKENMİŞLİK SENDROMUNA KARŞI NE YAPMALI?
Uzman Klinik Psikolog ve Hipnoterapist Mehmet Başkak, önlemler ve yapılacaklar hakkında şunları söyledi:
“Bireysel olarak yapılması gereken en önemli şey pilimizin bittiğini hissetmeye yakın kendimize yaşamın başka alanlarından deneyimler katmak olmalıdır. Kişisel ihtiyaçları, duygusallığımızı, hobilerimizi, bize heyecan veren yaşamın güzelliklerini kendimize hediye etmeliyiz. Bize hayatı anlamlı kılan etkinlikler, sosyalleşme ortamları, eğlenceli faaliyetler, hobiler, egzersizler kişiyi tazeleyen süreçlerdir. Bir yandan iş hayatımıza devam ederken bir yandan yaşamın güzelliklerine dahil olmalıyız, anlamlı ve eğlenceli bir akışı önemsemek gerekiyor.
Yukarıdaki belirtilerden çoğu uzun zaman devam ediyorsa bir uzamandan mutlaka destek alınmalıdır. Psikoterapi ya da hipnoterapi uygun çözümler olabilir. Hipnoterapi ile kişinin motivasyon kaynakları uyandırılmakta ve bitkinlik, hayata karşı keyifsizlik duygularının bertaraf edilmesi 5-6 seansta sağlanabilmektedir.”
-
Sağlık2 sene ago
Neden Sessizliğe İhtiyaç Duyarız?
-
Motivasyon2 sene ago
Olumlu Düşünmenin Başarı Üzerindeki Etkisi
-
İyi Hisset2 sene ago
Zehirli Düşünceleri Dönüştürmenin 8 Yolu
-
İyi Hisset2 sene ago
Bardağın Dolu Tarafından Bakmak
-
İyi Hisset2 sene ago
Mutlu ve başarılı insanların reddettiği şeyler
-
Mindfulness2 sene ago
Harvard’lı psikolog açıkladı: Harika bir ilk izlenim uyandırmanın 10 yolu
-
Motivasyon2 sene ago
Eric Thomas’ın Denemekten Yorulanlara Aradığı İlhamı Verecek Konuşması
-
Motivasyon2 sene ago
Bakışımızı Değiştirerek Nasıl Akışı Değiştiririz?